top of page

Persona Non Grata

  • yavuzsiskolu
  • Aug 23, 2023
  • 2 min read

Yüzünüz karıncalanır; fakat bir yandan da bedeninizin bir şey hissetmediğini fark edersiniz. Ruhunuz artık boşlukta süzülüyordur; ama bedenen bulunduğunuz anı terk edemezsiniz. Size buradan sonra takip etmeniz gereken davranışlar kümesi okunuyordur, o anda tam olarak neler demeniz gerektiğini tartamazsınız.


Bir şey demeli misiniz o bile meçhuldür. Parşömenden okunan beyanda kırgınlıklar, hayal kırıklıkları, beklentiler, geçmiş ve gelecek hasıraltı edilmiştir. Hislerinizle tek başınıza başa çıkmanız buyrulur, o an nasıl olduğunuzsa önemsiz, söyleyebilecekleriniz kıymetsizdir.


Atınızla şehrin surlarının dışına çıkıp, hayatınızı geçirdiğiniz yere son bir bakış attıktan sonra Rubicon nehrine yüzünüzü dönüp ufuk çizgisinde kaybolmanız istenir.


Rutin yürüyüşlerimden birinde, Ortodoks mezarlığının yanından geçerken fıstık yeşili bir Opel Mokka gördüğümde aklıma Persona non Grata kavramı işte böylelikle geldi.


Kendisiyle barışık bir insanın herhangi bir yerde barınması kolay değildir. Çelişkilerini bilen ve bunu olduğu gibi yaşayan bir insanın varlığı dahi kabullenilemez. Çoğumuz aynaya bakmaya dayanamayız. Bu yüzden en sevdiklerimiz dahi kendilerine bakmak için kendilerine benzerlerle dolu bir yaşamı seçerler.

Yalnız başınıza bir bankta oturmuş dondurma yersiniz, aldığınız tadın güzelliğini bir başınıza yaşarsınız. Etrafınızda koşan, çocuğunu veya köpeğini gezdiren insanlar size kendi Rubicon’unuzun gerisinde kalan ruhunuzu hatırlatır.


Persona Non Grata ilan edilmek kayıtsızlığın çığlığıdır. Sizi surların dışında bekleyen soğuk yalnızlığa karşı tek başınızasınızdır.


Eskiden insanların arasındaki ıssızlığınızın arttığı anlarda elinizi kaleminize götürürdünüz. Kaleminiz sizi geçmişin değil, geleceğin yaşanmamış zamanından korurdu. Oysa artık tam tersini yapması gerekecektir. Hafızalarda bile yaşaması istenmeyen bir kişinin dipnotudur bu.


Tanıdığınız bir ilde, artık başka insanların dilini konuşamaz olursunuz. Böylece kafanızı kaldırarak yürümeye başlarsınız. İnsan bir yerlerde, bir şekilde var olan tanıdık binalar görmek, eskiden hatırladığı güzellik normlarında bir aşinalık yaşamak ister.


Samimiyetsiz bir yaşama ayak uyduramamanın beklenen sonunu yaşarsınız. Belki Kafka’nın yaşadıkları da buydu? O da dondurma yerdi herhalde… Ve hatta günün birinde Prag’da bir banka oturup etrafındakileri, binaları incelemiş olsa gerek ki çevresindekilere bu denli derin bir kırgınlık duymuş.


İnsana en büyük yaralarını hediye edenler alelade kimseler değil, hep en sevdikleridir. Kafka’nın yazdıklarını yaşamı boyunca yayınlamaması, bana kalırsa yaşadığı değersizlik hissinin merkezinden, tam da duygularını açtığı yerden yaralanmasından kaynaklanıyordu.


Tanınmadığınız şehirlerde olsanız dahi insanların ne denli garip olduğunu fark edersiniz. Gezegenin neresinde olursa olsun birisi en çok neyi arıyorsa, neyden memnunsa en çok onun yoksunluğunu taşıyordur. Nitekim insan dile getirmek ihtiyacı duyduğu her arzunun kölesidir.


Kimi zaman ufacık bir evin içinde tek başınızayken düşüncelerinizi duyamazsınız, kimi zamansa engin denizlere bakarken düşünemez olursunuz. Bu durum akışın süreksizliğinden kaynaklanır. Herakleitos yanılmıştı: Hiçbir şey akmaz. Yüksek seslerin, görsel tecavüzün ve mutluluğunu sosyal medyadan kanıtlamanın dünyasında kendiyle barışık bir insanın varlığı en iyi ihtimalle nötr karşılanır.


Sessizliğiniz bile karşınızdakini tedirgin eder. Bir yerden gelmeyip bir yere gitmiyor olmak, hayatınızdaki insanları bir durak olarak görmek yerine onları yaşamınızda tutmak anlaşılmazdır.


Öyleyse gözünüzün görmediği bir insanın varlığında sizi huzursuz eden nedir?

Comments


bottom of page