top of page

Çivileri Sökerken

  • yavuzsiskolu
  • Nov 4, 2023
  • 3 min read

Bilinci ancak bedeni öne doğru devrildiğinde yerine geldi: Ne kadar süredir çarmıha gerilmişti? Ağır yağmurun altında dizlerinin üstüne çökmüş, tepeden tırnağa yorgun, aç ve susuzken ellerinin ve ayaklarının acısını hissetmeye başladı. Alice için sayfalarca kitap, onlarca hikaye ve yüzlerce metin yazdığı avuçlarının içi delikti. Doğrulmaya çalıştı, ayakları da kan içindeydi.


Hafızası yavaş yavaş yerine geliyordu: Küçük kayıp kız, koşarken geri dönmüş olsa gerek ki çivileri sökmüştü. Çarmıha gerilmiş adamın hafızasının buğulu görüntülerinden hatırladığı kadarıyla Alice, uzun kirpikleri ve ince parmaklarıyla çıkardığı çivileri Prometheus’un ciğerinin yanına bırakmıştı.


Bir yaralı eliyle diğer elinin yarasını sarmaya çalıştı, canından koparabildikleriyle. Bölük pörçük hatırladığı bir sanrıyı duyumsadı: “Mutlu olabilirsin, çabalamalısın”. Bir ayaklarına, bir de inmesi gereken devasa tepeye baktı. Şiddetli yağmurun altında kendisini 3 kişi ziyaret etmişti: Birincisi onu anlamıştı, ikincisi ondan korkmuştu, üçüncüsü ise acısına eşlik etmişti.


Birisi tepki göstermişti herkesin içinde, insanlardan nefret etmesine. İnsanın çevresinde yaşananları ancak içindeki kötünün büyüklüğü sayesinde anlayabilmesinden korkmuştu. O da nefret ettiğini söylemişti insanlardan oysa; sadece bunu duyuracak cesareti yoktu.


Onu anlayan ziyaretçisi ise Proust’tan örnek vermişti: “en güzel yılların, en güzel acı çektiklerin olacaktır”. Gerçek insanların mutsuz olduğunu kabullenmekten korkmayanlar olduğunu görmüştü. Acısını paylaşansa elini uzatmıştı savunmasız yüreğine, onun kim olduğunu bilmesine rağmen gözlerine bakmaya devam ederken.


Yaralarına dolan taşlara rağmen yola koyuldu. Yanlış yaptığında bile Alice’i anlıyordu. Dünyası içine çökmüşken, üşümüş, yalnız ve onu kaybetmekten korkarken bile yürümeye devam etmesi gerekiyordu. Onurunu kaybetmiş bir adamın yürüyüşüydü bu. Onu kalbine gömmüştü kayıp kız, onun bir tohum olduğunu bilmeden. Ağaca dönüşmüştü göğe bakan adam. Tek başına büyüdüğü yerde, kendisinden yapılmış bir çarmıha çiviledi onu kız: Tekrar çivilerinden kurtarmak için.


Bulutlardan inen kurşunların eşlik ettiği yürüyüşünde hatırlamaya çalışıyordu, daha önce onun için en çok ne kadar yol yürüdüğünü ve orada hatırladı, onun için kat ettiği en büyük yolun 2 metre ötedeki bir masaya, bu sefer başka bir şekilde oturmak olduğunu. İç geçirdi. Nefes aldığında acıyan ciğerleri olduğunu unutmuştu. Mutluluğu kavraması beklenen ellerine baktı, delik deşik: kalem bile tutamazken yaşamı nasıl kucaklayabilirdi?


Pişmanlıktan ölemeyeceği için en büyük günahını, bu ruhu canlı tutarak taşıyordu omuzlarında.


Elleri kanarken yalpalayarak yürüdüğü yolda, yarı açık bilincinde Theseus’u andı: Nefret ederdi Theseus, kendisine yapılan iyiliğin yaşlanmasına izin verenlerden.


Herakles’i yalnız bırakmamıştı o da, onun en karanlık anında. Mutsuzluğuna teslim olmuştu Herakles, yine böyle yağmurlu bir günün akşamında. “Hiçbir karabulut mutsuzluğunu gölgeleyecek karanlığı sağlayamaz” demişti Theseus. Sevdiklerine ihanet etmişti Herakles, fakat Theseus onun mutsuzluğunu paylaşmaktan çekinmemişti, çünkü bir zamanlar onun sayesinde mutlu olmuştu. Ölülerin ülkesinden almıştı onu Herakles, gün yüzüne çıkarmıştı.


Kanayan ellerinin arasından gökyüzüne bakmıştı adam. Bir gecedir yürümüştü ve sabah güneş açmıştı, küçük kayıp kız ona. Utandı, gün yüzü görmeyi hak etmiyordu göğe bakan adam. Oysa Alice bir şey fısıldamıştı kulağına, kendisi hatırlamasa da: Ölümlülerin laneti, tanrıların aşkını kirletemez.


Buğulu gözleriyle yol ayrımına gelmeye çalışıyordu. 2 yıl öncesine ve doğum gününün 2 gece gerisine. Orada karşısında gördüğü dünyanın en güzel kirpiklerinin ardında, kendisini seven buğulu gözleri hatırlamıştı, hayatta kalmaya çalıştığı günler boyunca. Hissedip yitirdiklerinin ardından iyi şeyler hak etmiyordu, dünyanın en eşsiz güzelliğine tekrar erişmek için yürürken.


Ayıplarını hüner sanardı eskiden göğe bakan adam, artık kibrini öldürmüştü çarmıhta geçirdiği günlerde. Gecenin gizleyemeyeceği karanlığını gündüz gözüyle taşıyordu yaralı ellerinde bu yüzden: Utancından yağmış yağmurun hakkını verebilmek adına.


Normal olmadığını biliyordu, ne kendisinin, ne de Alice’in… Dönüşmüştü adam, indiği tepede ve yürüdüğü yolda.


Yaralarından ötürü bir daha yumruğunu sıkamayacağından değil, küçük kayıp kızın güvenini kazanacağı için:


Yalnızlıktan galip çıkmalıydı göğe bakan adam, irfanı hiç olmadan.

Çıktığı her seferden dönmesini söyleyecekti küçük kıza, hasret ekmeden.

Ektiyse de ders almalıydı Alice, hasret filizlenmeden,

Hasret ekmediyse gönül almalıydı göğe bakan adam, seferi bitmeden.

Comments


bottom of page