top of page

Dünyanın En Güzel Kadını

  • yavuzsiskolu
  • Sep 7
  • 2 min read

Eserlerimi fanatik bir tutkuyla takip eden 15 sadık okuyucuma bildirmem gereken bir şey var: geçtiğimiz günlerde dünyanın en güzel kadınını gördüm.


Elbette bu yazımın eşime romantik bir övgü, anneme dair nostaljik bir anı veya yeni doğan kızıma atıfta bulunan bir metin olmasını bekleyebilirsiniz; fakat aslında -sadece- tattığım en güzel dondurulmuş yoğurtu satan büfede çalışan bir kadını gördüm geçenlerde.


Siz hiç mantıksız derecede güzel bir kadının tek kullanımlık eldivenleriyle boşları topladığını, devasa bir çöp poşetini sırtlayıp dükkanı temizlediğini ve ellerini yıkadıktan sonra büfedeki arkadaşlarıyla konuşup sipariş almaya devam ettiğini gördünüz mü?


Yazdıklarımı değerlendirirken muhtemelen aklınıza İsveç veya Finlandiya’da geçirdiğiniz bir yaz anısı geldi, Ukrayna’da iken gördüğünüz bir kare canlandı; veya iş için Çekya’da olduğunuz bir gün gördüklerinizi bununla eşlediniz.


Son aylarda, özellikle çokça seyahat ettiğim için, gözüme çarpan bir kare bu: “bizim memleketimizde” güzellik, neden doğal olarak var olamıyor?


Halen aynı dili konuşuyoruz, değil mi? Gözün göreceği en güzel kadınlardan biri olduğunuzu düşünün, bir Türk olduğunuz takdirde Instagram mesaj kutunuz nasıl olurdu? İş hayatınız, arkadaşlıklarınız, insanların size bakışı nasıl şekillenirdi? Kısacası güzelliğinizi ne kadar gizleyebilirdiniz?


Gerçekten çok aç ve ciddi ölçüde züğürt bir toplum olduğumuzu düşünüyorum; fakat yoksunluğumuzun ekonomik tarafındansa zihinsel kısmının çok daha büyük olduğunun farkındayım.


Seneler önce, daha Barack Obama ABD başkanıyken, bir üniversite öğrencisiydim. O zamanlar çeşitli felsefi münazaralar yaptığım arkadaşlarımdan birisinin sözünü hatırlıyorum:


“Türkiye’de aklın izi kaybolmuş”

Bunu dedikten sonra da sağ elini vücudundan epey ileri götürüp sanki kuma yazılan yazının kaybolması gibi bir hareketle taçlandırmıştı tespitini.


Şimdilerde Avustralya’da yaşayan arkadaşım, bu antropolojik saptamasını yaparken muhtemelen ne İletişim Yayınları’ndan uzun başlıklı kitaplar okumuştu, ne de onlarca arkadaşıyla beraber çıktığı tatillerde sürekli Türkiye’yi çekiştirmişti. Arkadaşımın görüşleri yalnızca Türkiye’de yaşamaya çalışırken yaptığı gözlemlerden ibaretti.


Ve sanırım bu yoksunluğun üzerine binen Instagram ve TikTok, gençliğin sıkıştığı tabuta çakılan son çivi oldu.


Bence sorumuz artık şudur: Aynı spor ayakkabıları aynı desenli çoraplarla giyen, aynı gözlükleri takan ve aynı marka tişörtlerin peşine koşan, aynı tatilleri yapan, aynı kız/erkek arkadaşlara sahip gençlerden ne bekleyebiliriz?


Bilmiyorum, belki de vurmam gerekenden daha sert vuruyorumdur; ancak herhangi iki Türk’ün herhangi bir deneyimi, estetik biçimde yaşayabileceğine artık inanmıyorum.


Fakat bunu derken elbette tüm kapıları kapatmıyorum. Belki Türkiye’de bir yerlerde güzel insanlar mesailerini kimse tarafından rahatsız edilmeden tamamlıyordur, kimilerimiz özgün ilişkiler yaşıyordur, güzel sevişiyordur, iyi kazanıyordur ve hayatlarından memnundur.


11 gün izin alarak türetilen 46 günlük tatiller. Yurtdışına çıkınca yanımıza aldığımız laptop sayesinde uzattığımız seyahatler. On kişiyle birlikte kiralanan Airbnb’ler… Kısacası meşrubatın sonunu çoktan görmüşüz de sulandırıp çalkalayarak tüketim ömrünü uzatıyoruz.


Bazen Türkçe düşünmek, tam da bu yüzden, bir lanet gibi geliyor. Gel de bu düşüncelerini, bir sonraki yoğurt alma maceranda seçeceğin meyvelere karar verdikten sonra tezgahın arkasındakilere anlat.


Kim bilir, belki bu sefer çilek yerine yaban mersini seçerim…


ree




Recent Posts

See All

Comments


bottom of page